30 Haziran 2013 Pazar

ERKEKLERİ ANLAMAK..

Erkekler seven kadının değerini niye bilmezler?
Cevap: Çünkü erkekler, her kadının seveceğini iyi bilirler.
Yani sevginin yokluğunu çekmezler. Erkek, hiç büyümeyen bir çocuk gibidir ama herkesin kendisini adam gibi görmesini ister. Bütün kadınlar, sınıf, renk ve kategori ayırımı göz etmeksizin ilgi alanına girer. 


Önünde yemek dururken, başkasının tabağına bakan biri gibidir yani. Annesi onu o kadar şımartmış, “aslan oğlum kaplan oğlum” diye pohpohlanmaya alıştırmış ki, sevgililerinden bu ilgiyi göremeyince aslında kağıttan aslan olduğunu anlar ve dünyası başına yıkılır.
Bir kadına “seni seviyorum” demek, onun için ” artık başka kadına bakmayacağım” anlamına gelir ve bu sözü söylemekte zorlanır.


Son derece duygusalken mantıklı olabilen, şefkatli, saf yüreğini acımasızlıkla ve asilikle örten, güçlü bir bedene ama güçsüz bir iradeye sahip, hayata vurdumduymaz yaklaşıp onu fazlasıyla ciddiye alan, doğallıktan hoşlanıp doğal görünmeyi çaresizlik sayar erkekler. Dil dağarcıkları kadınlar kadar zengin değildir. Yani dilin inceliklerini, kıvrımlarını, farklı anlamlara gelebilen cümleleri fazla bilmezler. Hayır hayır, belki belki, evet evet anlamına gelir onlar için. Kadınların sadece bir hayırında bile bin anlam gizlidir oysa. 

Erkekler kendileri için değil başkaları için ağlarlar. Bu nedenle ağlayan her kadının karşısında yelkenleri suya indirirler. Erkekler, erkekliği her türlü kuvvet gösterisi ve para olarak algılarlar. Bundan dolayı da kadınların kendisine saygı ve minnet duyacaklarını sanırlar. İçkiliyken söylediklerini ayık kafayla hatırlamazlıktan gelirler. Sık arandıklarında kaçarlar, ilgisiz bırakıldıklarında ise şikayet ederler. Yüzlerinde genellikle o anki ruh hallerine uymayan maskelerle dolaşırlar. Örneğin derin düşüncelere dalmış görünen bir erkek aslında o an, tuttuğu takımın hafta sonundaki maçını nasıl izleyeceğini düşünüyordur. Erkekleri anlamak kolaydır aslında. Çünkü erkekler karmaşık değil basit, çözümlenebilir, gaza getirilebilir, motive edilebilir varlıklardır. Erkeklerin kadınları tanıyamaması, iste bu basitlikten kaynaklanır. Kadınların daha zeki olduğunu bilirler ve çözemedikleri bu bilmece için kendilerine değil, bilmeceye kusur bulurlar.

-KÜBOŞ

24 Haziran 2013 Pazartesi

BİZ KÜÇÜKKEN...

Yazacağım şeyleri kafamda tasarladıktan sonra yazıya dökmenin ne kadar zor olduğunu yaşadım bir anda.

Şimdi ki çocuklar dikkatimi çok çekiyor. Yaptıkları tek şey sabahtan akşama kadar bilgisayar başında oturup her türlü oyunu oynamak. Hatta ödevlerini bile kolaylıkla oradan yapıyorlar. Üstüne üstlük bir de üşeniyorlar bilgisayardan yapmaya. Biz küçükken ablamıza abimize yalvarırdık ödev yaparken yardım etsinler diye. Etmeseler bile kocaman ansiklopedileri karıştırır bulurduk. Aslında insan kıymetini yeni yeni anlıyor. Meğer yaptığımız ödevlerin emeksiz bir işe yaramadığı apaçık ortada.

5-10 yaşında çocuklar telefon sahibi oluyorlar. Hatta telefon almak için ağlayanlar var. Karne hediyesi olarak bilgisayar , telefon , playstacion (nasıl yazılıyor ki?) , laptop gibi şeyler istiyorlar. Biz küçükken bisiklet almak için derslerimize yüklenirdik. Yaz tatilinde ise o bisikletle mahallenin altını üstüne getirirdik :)

Ah o bizim şarkı sözlerini uydurmamız yok muydu.. Sözleri yanlış anlayıp evde bağıra bağıra söylerdik.

Hatırladıkça gülerim Madonna ile Maradona'yı kardeş sandığım zamanları :)
İnternette yan yana fotoğraflarını buldum :)



Biz küçükken evde sadece bir kişinin telefonu olurdu o da nadiren. Ama çok kıymete binerdi.
Yılan oyunu oynayıp sürekli kendi rekorumuzu geçmeye çalışırdık :)


Yumiyum bize dünyada ki en güzel şey gibi gelirdi :)

Kokulu silgilerimizle hava atardık.(Sizleri bilemem ama silgime bir ip geçirip boynuma asardım sırf kaybolmasın diye )

Hugo ve Tolga Abi yayına başladığı anda bizim için hayat durur ve televizyona kilitlenirdik.

Biz küçükken ''önce hüplet sonra gümlet'' diye bir felsefemiz vardı.(Capri-sun)

Sanal bebek koleksiyonu yapardık.



Ve daha unuttuğum , çok yazıp sizi sıkmak istemediğim bir sürü şey var. Bunlar sadece bir kaçı diyebilirim. Biz küçükken ''ÇOK GÜZELDİ'' kısacası.
Şimdi ki çocuklar çocukluğu yaşayamıyor benim gözümde. Sokakta hiç çocuk göremiyorum. Oysa gece saklambaçlarımız vardı bizim. Bu zevki hiç bir zaman tadamayacaklar :)

-KÜBOŞ




Film Keyfi


Bu gün tam anlamıyla film izleme manyaklığına büründüm. 4 film birden izledim. Aslında öğleden sonra başlamamış ve sürekli annem tarafından çağrılmamış olsaydım bir 4 film daha izlerdim. Filmlerin her biri birbirinden güzeldi. Ben ki normalde izleyecek film bulamam,bugün aniden filmler önüme dizildi.İzlediğim filmleri sırasıyla tanıtacağım. Biraz(çokta olabilir) spoiler içerebilir.


1.Princess Hwapyung's Weight Loss
Filmin Türkçe anlamı ''Prenses Hwapyung fazlalıklarından kurtuluyor''. 2011'de çekilen filmde daha önce Unstoppable Marriage filminde izlediğim(iz) Kim Yoo Jin (Eugene) oynuyor.

Konusu: Beakje döneminde yaşayan Prenses Hwapyung,kralın güzel kızıdır. Kendisi nazik ve akıllı biridir. Tek sorunu küçüklüğünden beri aldığı kilolardır. Birgün sarayın bahçesinde dolaşırken bir ağaçta yaralı bir kuş görür. Kuşu almak için ağaca tırmanan prensesimiz dengesini kaybeder ve tam yere düşerken aniden ortaya çıkan yakışıklı bir adam onu kurtarır. Prensesimiz bu yakışıklı adama aşık olur ve evlenirler. Buraya kadar her şey güzeldir ama prensesimiz gerçekten mutlu olabilecek midir?

Konuyu kendim kısaca yazdım. Tavsiyem filme büyük bir umutla başlamanız. Güzel bir film ama ancak boş zamanınızda,sıkıntıdan izleyebileyebileceğiniz bir film. Afişten de konusu anlaşılıyor aslında. Prensesimizin kilo verme öyküsünü anlatıyor. Filmin sonundan hiç hoşlanmadığımı söylemeliyim. Bir noktaya bağlamış olsalar da  ı-ıh sevmedim ben o sonu.



2.She Is On Duty
Vurmalı kırmalı filmleri cidden seviyorum ben.Bu filmde bol bol görüyoruz. Film 2005'te çekilmiş. Filmlerini yada dizilerini izlerken kendimden geçtiğim iki muhteşem oyuncu oynuyor filmde. Biri dedektif Chun Jae-in rolündeki Kim Seon Ah,diğeri ise tam olarak işini anlamadığım No-young rolündeki izlemekten asla bıkmayacağım,gülüşüne hayran olduğum biricik ajusshim Gong Yoo.Goong Yoo ajusshimin ortaya çıktığı sahne de nerdeyse ekrana yapışıyormuşum.Annem uyardı da kendime geldim :) İkisinin de dövüş sahneleri bir harikaydı. Tekrar tekrar kendime söylediğim bir şeyi bir daha söyledim. Ben dövüşmeyi bilen erkekleri cidden çekici buluyorum. No-young rolü de hem dövüşebilen hem kibar bir karakter. Daha ne olsun.

Konusuna gelecek olursak:Chun, son gizli görevini toyluğu ve tezcanlılığı yüzünden batırmıştır.Üstüne,kendini Kore'nin Bond'u sanan burnu kalkık bir dedektif tarafından aşağılanmıştır.Aslında Chun'un siciline olumsuz yönce işlenmesi gereken bu olay;Chun'un hayatında yakaladığı en büyük fırsat haline gelir.Çünkü okul üniforması ile sinirli bir şekilde yürürken,yeni görevi için üstlerine ilham vermiştir.Seul'de birkaç hafta içinde ortalık ısınacaktır.''Tokatçılar'' olarak tabir edilen mafya babası Bae mahkeme önüne çıkacak ve cinayetle yargılanacaktır. Bae'nin hüküm giymesi için eski bir suçlu olan Cha'nın tanıklık etmesi gerekmektedir.Fakat Cha,lisede okuyan kızının hayatından endişe ettiği için tanıklık etmeye yanaşmamaktadır.Emniyet güçleri ise Cha'nın liseye giden on yedi yaşındaki kızı Seung-hee'nin can güvenliğini sağlayarak babası Cha'yı tanıklığa ikna etmeye çalışacaklardır.Bu korumayı da liseye gittiği yıllarda kızlar çetesinin lideri olan,öğretmenler ve derslerle arası hiç iyi olmayan,başarısızlıkların kadını Chun ile sağlayacaktır.(Alıntıdır)
  

Aslında film hakkında bir sürü şey yazabilirim. Filmi çok sevdim. Eğlenmekte garantili.Zaten öyle iki muhteşem insan oynuyorken nasıl güzel olmasın ki.





3.Cyborg Girl
Yukarıdaki iki güzel Kore filminden sonra kendimi bir anda Japonyanın güzel havasında buldum. Filmi çok sevdiğimi söylemeliyim. Aslında nedenini bilmiyorum. Belki Japonlar tarafından yapıldığından belki oyuncuları sempatik bulduğumdan belki de konunun ilginçliğinden.
Film 2008'de çekilmiş. Başroldeki oyuncular çok sempatik geldiler bana. Daha önce oğlanı Gokusen serisinin 2.sinde görmüştüm. Kızı ilk görüşüm ama kızın güzelliğini kıskandığımı söylemeden edemeyeceğim.

Konusu: Jiro yalnız başına hayatını yaşayan bir kolej öğrencisidir. 20.yaş gününe kadar doğum gününü yalnız kutlayan Jiro'nun karşısına 20. yaş günüde bir kız çıkar. Kızla geçirdiği birkaç saat hayatında geçirdiği en inanılmaz anlardır.Ama mutluluğu kız ortadan kaybolduktan sonra biter.Normal hayatına dönse de kızı unutamayan Jiro, 1 yıl sonra 21. doğum gününde tekrar kıza rastlar. Kız aynı gözüküyordur fakat bu sefer bir şeyler farklıdır.

Filmi nasıl anlatsam, spoiler vermeden anlatabilir miyim hiç bilmiyorum. Bu yüzden Japon filmlerini seviyorsanız, içinde her türden olay olsun istiyorsanız buyrun filmi izlemeye diyorum.




4. Droppu/Drop
İşte son izlediğim ve izlemekten keyif aldığım bir film. Boş vakit değerlendirmek için birebir. Birde böyle kanlı,vurmalı-kırmalı şeyleri seviyorsanız bu film tam aradığınız bir film.
Film 2009'da çekilmiş.Gokusen serisinin ilkinde gördüğümüz Hiroki Narimiya ve pek çok güzel yapımda oynayan ve ilk hayran olduğum Japon oyuncu Hiro Mizushima oynuyor. Boş vaktiniz varsa ve kanlı,vurmalı-kırmalı bir film arıyorsanız işte bu film tam sizlik. Her ne kadar Hiroki dövüşmeyi bilmeyen bir karakteri oynasa da dövüşmeyi bilmeden de güzel kavgaya karışıyordu. Onun kırmızı saçları yeter diyerek konuya geçiyorum.

Konusu: Özel bir okulda okuyan Shinanogawa Hiroshi(hala nasıl özel okuldaydı bu çocuk merak ediyorum.) bir gün bir mangadan esinlenerek (Be-Bop Lisesi mangası) bir maganda olmaya karar verir.Saçlarını kısacık kestirip kızıla boyar ve özel ortaokuldan(kesinlikle ortaokullu olamaz bunlar dedim sürekli) ayrılıp devlet okuluna kaydolur. Daha ilk günden okulun serseri lideri Iguchi Tatsuya tarafından çağrılır ve liderle çetin bir kavgadan sonra çeteye alınır.Bundan sonra ortaya çıkan arkadaşlık bağları konu alınır.

Film 1980lerde geçiyormuş.Zaten izlerken az miktarda da olsa bir eski havası alıyorsunuz. Özellikle oğlanların okul pantolonları beni benden almıştı.Filmi gerçekten sevdim.Ama yine sonunu beğenmediğim bir film oldu. Bu filmde bir sona bağlanmış ama keşke drama bağlayıp sonra hemen o kısmı atlayıp bir sonuca bağlamasalardı. Ne biliyim bir sezonu daha olsaydı falan.
İzlerken sadece ana karakterleri değil diğer karakterleri de bol miktarda görüyoruz. Zaten onlar filmin tuzu biberi olmuşlar. Dövüş sahnelerini çok sevdim.Komik sahnelerde boldu.Bir ayıcık vardı(adını hatırlamıyorum) o her ağladığında ben gülmekten kendimi alamadım mesela.
Onlar dövüşürken de hiç üzülmüyorsunuz zaten.Ben o kısımları yüzümde hafifte olsa bir gülümsemeyle izledim. Dram kısmı yapmaya çalışmalarına rağmen orada bile filmin esintisinden olsa gerek üzülemiyorsunuz. Belki biraz gözlerinizi doldurur.

Hiroshi'nin dayak yemesine rağmen her seferinde dalga geçmesi ve büyük bir çabayla ayağa kalmaya çalışmaları çok hoştu.Çocuğun yüzü düzelmedi zaten film boyunca.Tam diyorsunuz tamam yüzü düzeldi hooop anında değişiyor o durum. Çetenin diğer üyeleri renkli karakterlerdi.Ama sanırım ben en çok Kırmızı Savaşçı ve Beyaz Savaşçıyı sevdim.(Adlarını hatırlamıyorum.Aslında lakaplarını doğru hatırladığımdan da emin değilim. Erken yaşta bunama var bende sanırım.)

Keşke bir sezonu daha olsa dediğim nadir filmlerdendi. Hatta film bittiğinde ''Dizisini çekseydiniz keşke'' diye sitem ettim.Şimdi fark ettim de sanırım daha çok şey yazabilirim bu film hakkında(Nasıl sevdiysem artık) ama onun yerine filmden bir kaç kareyle bitirmek istiyorum yazımı.


                                                        Şu tiplere bak.Sevesim geldi.
                                                                     Cidden bazen psikopatlaşıyorum sanırım.

           ''İnsanlar o kadar kolay ölmez'' sevdim bu sözü.Film boyunca birkaç kez duyuyoruz.
                                         
                                                               Çocuk haklı :)

                                   Şunu söyleyecek erkek var mı gerçekten merak ettim.





       Her ne kadar dövüşemese de arkadaşı için en önde giden yine Hiroshi'ydi.Sevdim bu çocuğu :D



Not:Şuan bu film için özel bir yazı yazmadığım için pişmanım ama bu kadar uğraştıktan sonra başka bir yazı daha yazamayacağım galiba.



-Kendine daha bir nick bulamamış ''İkimizden Biri''nin 'BİRİ'-


23 Haziran 2013 Pazar

Jenny,Juno -Tatlılıktan ölüyorsunuz-



Şimdi nerden başlasam bilemiyorum.Malum bu ilk film tanıtımım olacak. Arada dizi izlemekten sıkılıp deli gibi film ararım. Eh malum havalarda ısındı dram filmleri pek sarmıyor. Ha işte dakikalar önce bitirdiğim bu film o deli gibi arandığım zaman bulduğum bir film. Film daha sıcak sıcak bitti ama ben ne yazacağımı bilmiyorum.


Filmin konusunu: ''Dakika bir gol bir'' şeklinde başlayan film zaten hemen belli ediyor kendini.İki lise öğrencisinin masum ama bi o kadar ''tutkulu'' aşkına şahit oluyoruz. Oğlumuzun adı Juno. Kızımızın adı Jae-in. Lakabı Jenny.
Juno okula ilk geldiğinde kızımız göz koymuş oğlumuza. Saygılı,sıcakkanlı oğlumuz hemen dikkat çekmiş zaten.Sevimli çocuk alarmı olarak geliyor haberi. Juno'da Jenny'den hoşlanınca olanlar oluyor tabi.(Biliyorum konu anlatımı kötü oldu. Ama başka nasıl anlatabilirim bilmiyorum)



Burdan sonrası oldukça spoiler içerebilir.

Film 2005'te çekilmiş. Ama o dönemdeki filmlerden çok daha kaliteli geldi bana. Bazı kısımlarda kıskanmadım desem yalan olur. Daha 15 yaşında olmalarına rağmen her dakikasında sevimli ama bir o kadar aşk dolu sahneler görebiliyorsunuz. Mesela şu yukardaki fotoğrafta sol üstteki sahneden sonra olanlar oluyor (Hayır,hayır söylemeyeceğim).

Hemen altındaki fotoğraftaki sahneyi çok kıskandığımı söylemeliyim. Herkesin ortasında pamuk şekerlerin arkasına saklanıp öpüşmeleri...Sonrasında herkes onlara bakınca yüzlerindeki utangaç bakış.. İnsanın aşık olası geliyor valla.

                                              Birlikte oldukça sevimli gözüküyorlar değil mi?


Sevdiğim kısımlar;

*Juno gerçekten sevimliydi. Kıza tavırları,sorumluluk almak için istekli olması..Sevdim bu çocuğu.

*Jenny'nin biraz sert tavırları hoştu. Öyle ağlak kızlardan olmaması filmi daha bi güzel yapmıştı.

*Film şimdiki zamandan başlıyor. Arada geçmişe dönüp nasıl tanıştıkları, o konuma nasıl geldiklerinden bahsediliyor. Sıkmadan hemen geçen bölümler ve cidden komiklerdi.

*O geri dönüşlerden birinde Juno Jenny'e bakarken hızını alamayıp direğe tosluyordu(Yazık çocuğa içim acıdıydı). O kısımda Jenny oğlumuzu kaldırdığında arkadaşlarının tepkisi oldukça hoşuma gitmişti. 

* Oğlumuzun babasına ve annesine ufaktan laf atması da ''Aa..ben'' dedirtti :) 

*En sevdiğim sahnelerden biri öğretmenin erkek cinsel organını anlatırkenki sahnelerdi. (Her sınıfta bir fırlama vardır)

*Kızın köpeğini de sevdim. Bir köpek sever olarak öyle bir köpeğimin olması için neler vermezdim ki...

* Oğlumuzun anne ve babasını yalnız bırakmama çabaları taktire şayandı(Her ne kadar çok fazla sahne olmasa da)

*Kızın kıskanç tavırları ve oğlanın tepkileri her yaşta aşkın aynı olduğunu gösterdi.

*Oğlumuzun babalığı(Evet babalığı. Yukarıda spoiler içerir dememe rağmen okuyan varsa gitsin bundan sonra filmi izlesin.) benimsemesi alkışı hakettirdi.

*Anne ve babaları öğrendikten sonra aile buluşmasında birbirlerini korumaları,sahiplenmeleri içimi cız ettirdi aslında. Sonuçta artık böyle aşklar yok dünyada.



*Arkadaşlarının kızla oğlana hazırladıklar düğün töreni çok hoştu. (Yukarıda görüyoruz)

*Ailesi kızı gönderdikten sonra oğlanın çabaları her ne kadar ağlatmasa da bir gülümsemeyle acıyorsunuz çocuğa. 



*Kızın yerini öğrenmek için ablasına yaptıkları çok şirindi. Çocuk artık kafayı yedi galiba diye düşündüm bir an için.

*Sanırım en güzel sahnelerden biri oğlanın taksiciyi ayarttığı kısımdı.Tabi taksicininde arkadaşlarını çağırdığı kısım.(Çıplak gelen bile vardı :D )

*Son olarak..Kız ve oğlanın arkadaşları filme az çok renk katmıştı. Özellikle kızı kaçırdıkları sahne de pek bi sevdim onları.




Kısaca sevdim ben bu filmi. Çocuksu da olsa(artık ne kadarsa) aşk filmi izlemek isteyen aynı zamanda gülmek isteyen ha bide boş vakti olan için güzel bir film. Tabi okul öncesi öğretmenliği okuyan biri olarak bazı açıklar gördüm filmde ama yine de takılmadım.

Daha fazla nasıl anlatabiliceğimi bilmiyorum. Bu yüzden burda keseceğim. Zaten acemiliğimden mi yoksa saatin gecenin 2sini göstermesinden mi bilmem pek güzel bir anlatım olmadığını düşünüyorum.






-Kendine daha bir nick bulamamış ''İkimizden Biri''nin 'BİRİ'-

22 Haziran 2013 Cumartesi

''KIZ OLMAK'' ;

Ah!! Tabi ki kız olmak bu değil :)

Kimisine göre çok güzel kimisine göre içler acısı bir durum..
Kız olmak;
*Erkeklere göre kesinlikle tasnif edilmeyen, kızların ''bazılarına'' göre ise güzel bir durumdur (benim için kesinlikle iyi bir durum değil!). İyi de kız olmak çok mu zor bir durumdur? Diyebilirsiniz.Türkiye şartları içerisinde uzun saça dahi sahip olmak(erkek ya da bayan farketmez) insanın üzerinde binbir gözün olduğunu bilir, kız olmak bu açıdan dünyanın en zor eylemlerinden biridir.

Kız olmak;
*Büyüyünce sık sık ''bende şans olsa anamdan erkek doğardım'' sözünü kullanmaktır.

Kız olmak;
*Her ne kadar , cinsel ilişki kurmamış insan dişisi şeklinde tanımlanabilse de tür olarak ele alırsak;
Çevrenizde her zaman birden fazla alternatif olacağı, çirkin bile olsanız talibiniz çıkacağı aşikar olduğu için hayatınız boyunca kararsızlık sendromu çekersiniz.

Kız olmak;
*Kaderi incecik bir zara bağlı olan durumdur (özellikle Türkiye'de).

Kız olmak;
*Hizmetçi potansiyelinin yüksek olmasıdır.(Bayram temizlikleri olsun, komşuya yardım olsun, annenin günü olsun, biri taşınsın yardım olsun, haftalık temizlik olsun, günlük temizlik olsun, aylık temizlik olsun... İlla ki bir temizlik olsun mutlaka evin kızı bundan sorumludur! Tabi bazı şanslı kızları saymazsak...Çok isyan ettiğimin farkındayım.)

Kız olmak;
*Hiç bir şekilde gece dışarı çıkamamaktır. Anne ve babamız her ne kadar bütün çocuklarımız bizim gözümüzde eşit dese de abimiz veya küçük oğlan kardeşimiz gece dışarı çıkar, istediği yere istediği kişiyle gider ve bize sadece ''zıkkım'' düşer.

BİZ KIZLAR OLARAK ÇOK DERTLİYİZ, ÇOOK!
Ev işi yapmayan, dışarı çıkabilen , istediğini yapabilen ''özgür kızlar'' gözüme çok batıyorsunuz. Azıcık bizi düşünün. Yapmayın bu kadar gözümüze sokmayın. Ha bide bu özgürlüklerini sergilemeniz yok mu sosyal medyada... İçki içer fotoğrafını çeker koyar (tabi daha içmişliği yoktur bazılarımızın), gece sürter onu koyar..
Çok koyuyor bana bunları yapamamak oysa serbest bıraksalar ne olacak? Her gün disko bar mı yapacağız.

Yakın zamandan bir örnek; Mesela bir sürü eylem oldu ''Gezi-Parkı'' ile ilgili bunlara katılmak istedik bir çoğumuz. Ve bir çoğumuzda katılamadı benim gibi. Aile faktörü yüzünden... Neymiş kız başıma bir şey olurmuş. Erkek başına bir şey olmuyor mu he?
EŞİTLİK İSTİYORUZ!!!

Bu konu uzadıkça uzar. Çünkü baya mağdurum bu durumda.
Bende sacmaladıkça sacmalarım..

Neyse kafanızı şişirmek gibi olmasın.Konuştum konuştum gidiyorum..

Bu arada ben ''Küboş'' Yine marjinal bir ismim yok :)

Kısa süre için..

İlk olarak uzun düşünme seansı sonucunda bulduğum başlığa selamlar olsun.


Ben yanında mutlaka kulaklığını ve müzik çalarını(yada telefonunu) taşıyan biriyim. Sinirlendiğimde, üzüldüğümde,mutlu olduğumda... kısacası hayatımın her anında yanımda olmasını isterim. Deli gibi dinleyecek müzik aradığım,kulaklığımı bulamadığımda yada telefonum bozulduğunda ağladığım günleri hatırlarım.
Müziğin sakinleştirici bir etkisi var bende. Belki de pek çok kişide aynıdır ama bendeki etkisi biraz fazla sanırım. Kahkahalarla gülerken bir müzikle hüzne boğulabilir yada tam tersi ağlamak isterken aniden kahkahalarla gülebilirim.
İşte şimdide son zamanlarda sürekli dinlediğim birkaç şarkıyı sizle paylaşmak istedim.

Sıralamayı beğenme durumuna yada çok dinleme durumuna göre sıralamıyorum.Çünkü hepsini oldukça fazla dinledim ve çok seviyorum.
Seçerken çok  zorlandım aslında ama nasılsa diğerlerine de zaman gelir.



                                                     W & Whale-Moonlight


Que Sera Sera adlı bir dizide duyduğum ve anında araştırmaya başladığım şarkı. Bu dizinin bana kazandırdığı iki güzel şeyden biri bu şarkı. Söyleyen hakkında ne kadar arasamda türkçe bir bilgi bulamadım. Çoğu kişi bu dizi sayesinde keşfetmiş zaten grubu(grup olduğunu da bilmiyordum ben araştırana kadar hala emin değilim ama neyse). İngilizce bi kaç yerde bilgi olsa da olmayan bir ingilizceyle anlamaya çalışmak için fazla üşengecim.



                                                Kis My Ft2-Everybody Go


İlk You're Beautiful dizisinin 2011'de çekilmiş Japon versiyonu Ikemen Desu Ne dizisinde dinlediğim güzel,çok güzel bir şarkı. Her ne kadar youtubedaki videonun biraz kalitesi düşün olsa da şarkıyı dinlemek eğlenceli geliyor. You're Beautiful'da böyle bir şarkı var mıydı hiç hatırlamıyorum(Eğer varsa dizinin hayranı olan arkadaşlardan özür dilerim). You're Beautiful'u uzun zaman önce izlemiştim ve sevmiştim. Japon versiyonu da bir o kadar güzeldi bence. Şarkıya gelicek olursak ben oldukça sevmiştim ilk dinlediğimde ama sonrasında klibi izleyip paten kayan grup üyelerini görünce daha bi sevdim.Grubun özelliğiymiş bu da. Herkes paten kayabiliyormuş. İndirmek için uzun uğraşlar verip facebookta çok daha iyi kalite de buldum şarkıyı fakat malesefki şimdi o sayfayı hatırlamıyorum. Ama indirmek isteyen biri olursa tekrar ararım.



                                                   Eric Nam-Heave's Door



Şeker gibi bir oğlanın söylediği güzel bir şarkı. Dinlerken insan az da olsa rahatlayabiliyor. Bu şarkı hakkında ne yazabilirim bilmiyorum aslında. Şans eseri bulduğum son zamanlarda sık sık dinlediğim güzel bir şarkı.



                         Eric Nam-I Won't Give Up(Jason Mraz/Cover)



İşte yine Eric. Oğlanın(Oğlan dediğime bakmayın kendisi 88'li olup benden 8 yaş büyük oluyor) sesi oldukça güzel. Bu şarkının orjinalini dinlemiş olsam da Eric beni daha çok etkiledi. Durup durup hüzünleniyoum bu şarkıyla sonra bir anda gülüyorum falan. Ama neden bilmiyorum. Üstelik gitarda oldukça hoş olmuş. Çalan kimse tebrik ederim.



                                                     G-Dragon-Butterfly


İşte dinlerken kendimden geçtiğim şarkılardan biri ve ne kadar dinlersem dinleyeyim bıkmayacağım biri. G-Dragon'a diyecek hiçbir şeyim yok. Adam ne yaparsa yapsın hakkıyla yapıyor. Bu şarkı da sözlerinden hiçbir şey anlamasanız da klipteki gibi sizi başka diyarlara götürebiliyor. (Tavsiyem sözlerine bakmanızdır) Bir Big Bang hayranı olarak sevdiğim bu grubun her üyesinin şarkılarını bıkmadan usanmadan dinleyebilirim. Favorim T.O.P olsa da hepsi ayrı yerlerde benim için. Aslında buraya her üyeden sevdiğim şarkıları,düetleri yazardım ama şimdiden uzun bir yazı oldu bile. Neyse.Oldukça eski bir şarkı aslında ama yine de dinlemekten insan vazgeçemiyor. Kısaca;G-Dragon dinleyin. Big Bang dinleyin.



                                          Aziatix-Nothing Compares To You



Belki de pek çok kişinin bilmediği bir grup. Bilinmemesi normal aslında.Grup üyeleri yaşını başını almış kişiler diyebiliriz.Üstelik iki üye Amerika'da doğmuş,biri ise Kore'de doğmasına rağmen LA'da büyümüş.Zaten şimdiye kadar yaptıkları şarkılar hep ingilizce. Favorim şarkılarda bol bol sesini duyduğumuz Eddie Shin. Özellikle uzun saçlarına hayranım.Neyse şarkıya geleyim ben en iyisi. Yalnış hatırlamıyorsam grup bu şarkıyı hayranlarına adamıştı. İyi de yapmış bence. Şarkı çok güzel. Özellikle o ''Nothing ve Amazing'' denilen kısımlar çok hoşuma gidiyor. Rap kısımları da insanı hiç rahatsız etmeden araya giriyor ve bir anda kaptırıyor.
Grubun diğer şarkılarını da dinlemenizi tavsiye ederim.











-Kendine daha bir nick bulamamış ''İkimizden Biri''nin 'BİRİ'-

17 Haziran 2013 Pazartesi

Dakikalardır debeleniyorum.

Evet başlık biraz tuhaf oldu katılıyorum. Ama gerçek bu.

Aslında ilk ''gerçek'' yazımı böyle bişey için değilde dinlediğim bir şarkı,izlediğim bir dizi için yazacağımı düşünmüştüm. Ne yapalım kısmette bu varmış.

Başlıktada belirttiğim gibi dakikalardır debeleniyordum. Nedeni ise şu aşağı gördüğünüz fotoğraflar. Ne kadar hoş duruyor değil mi? İşte bunları görür görmez deli gibi nette kim olduğunu araştırmaya başladım(Böyle de kötü bir alışkanlığım var.Hoşuma gittiyse illa kim olduğunu öğrenicem). Belki bazıları kim olduğunu görür görmez anlamıştır ama ben tanıyamadım. Shinhwa grubundan biri olduğunu biliyordum ama hangisi olduğunu bir türlü çıkaramadım ve deli gibi üyelerin resimlerine bakmaya başladım.




''Burnu benziyor mu? Yok,yok bu değil....Ama kaşlar andırıyor sanki..''derken şu aşağıdaki fotoğrafı gördüm ve bu seferde dövmelerine bakmaya başladım.








Nerdeyse bulamayacağımı düşünüp umutsuzluğa kapılmışken şans yüzüme güldü ve şu sağda gördüğünüz fotoğraf sayesinde kim olduğunu bulmuş oldum.(Ah! Yine çok uzattım) Kendileri Shinhwa grubundan Lee Min Woo. Şimdi merak ediyorum bu adam nasıl 1979 doğumlu olabiliyor diye. Hani pek benzemiyor da.


Bu kadar uzatmam yeter.Şu görüp debelendiğim fotoğrafların devamından bir kaç resim koyup bırakıyorum burda. (Akşam akşam güzel oldu bu)






































Belki başka bir yazımda da Shinhwa grubundan bahsederim.






-Kendine daha bir nick bulamamış ''İkimizden Biri''nin 'BİRİ'-

16 Haziran 2013 Pazar

Biraz bencil olmakta fayda var sanırım...



Hayatta yaptığımız en büyük hatalardan biriside belki de her adımı düşünerek atmaktır.Bir kere de akışına bıraksak hayattan zevk alır mutlu olurduk...


Hiç kendimizi önemsediğimiz yok varsa yoksa ''elalem ne der''. Sanırım hepimiz bu sözü yüz binlerce kez duymuşuzdur. Özellikle de ailemizden duymuşuzdur. Önemli olan ''ben'' ne derim. Benim duygularım önemli. En basiti mesela sınava giriyoruz düşük aldık ''annem ne der'' diyoruz. Allah aşkına aldığımız notun annemize bir faydası var mı? -Yok! İşte bu yüzden başarısız oluyoruz kendimizi değil de başkalarını önemsediğimiz için. Oysa o durumda kendimizi düşünüp ah ben ne yapacağım? diye endişelenseydik. Bir daha ki ne daha iyisini yapabilirdik.


Sanırım artık önemseme vakti geldi arkadaşlar!



Mesela makyaj yapmayın, kendinize vakit ayırın, pişman olmaktan korkmayın, sonuçları düşünmeyi bırakıp deneyin, yağmurda şemsiyenizi açmayın, sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin, kaybetmekten korkmak yerine değerlendirmeye bakın, bağıra bağıra söyleyin dilinize dolanan şarkıyı, kendinizi olduğunuz gibi sevin diyeti bırakın, gururunuzu bir kenara atın bir süreliğine, başkalarının peşinden gitmek yerine kendi yolunuzu çizin, başkalarının ne dediğini mutluluğunuzdan daha çok önemsemeyin. Bunun sizin hayatınız olduğunun ve her dakika tükendiğinin farkına varın. Çünkü yaşamak sadece nefes almaktan ibaret değildir. Hayatın akışına, bırakın kendinizi. Hiç kimse sizden değerli değil.



Sevgi , aşk ; bunlar elbette güzel duygular. Ama bu duygular için kendini yormak , üzmek , sıkmak sadece kendımıze yaptığımız bir kötülüktür. Sonuç olarak kendimizi düşünelim , düşünmelisiniz.Bu hayatta iyi günümüzde de kötü günümüzde de konuşan çok olur. Evet evet sadece konuşurlar hiç bir faydaları olmaz.



Mesela sizi yargılayan insanlar olacak , ki olmuştur. Gülüp geçmelisiniz! Biz kendimizi bildikten sonra elalemin ne önemi var. ''Elalem'' ne zaman yardımımıza koştu. Gerçi o ''elalem'' diye adlandırdığımız varlıkların kim olduğunu henüz çözemedik. Çözen olursa mesajlara açığım arkadaşlar.Neyse arkadaşlar çok konuştum galiba. ama unutmayın ''SİZİ SİZDEN BAŞKA ANLAYAN YOKTUR''Bu arada ben ''Küboş''. Kendime marjinal bir isim bulamadığım için sevimlilik yapayım dedim. İyi okumalar.

Selaaam.

Merhabalar..

Ruh öküzümün olduğu gibi benimde ilk yazım bu.Bana blog açma teklifinde bulundu bende evet dedim ne diyebilirim ki onunla her şey eğlenceli. Onun kararsızlığı daha sevimli yapıyor onu canım benim. Açsam mı açmasam mı diye düşünüp duruyordu.

Tek iletişim aracımız facebook. Pek telefon kullanma alışkanlığımız yok nedense. Daha çok internette vakit geçiriyoruz.Aslında facebooktan yazmak yerine telefonu mu arasaydı ulaşabilirdi.Her neyse sonuçta burdayız.


Arkadaşım kadar kore , japon ,  çin vs vs ''asya'' hayranı değilim. Ama filmlerini ve dizilerini zevkle izlediğim doğrudur.Hatta can atarak izlediğimde doğrudur. Fakat arkadaşım kadar hayatımla bütünleştirmedim onları sanırım yapımdan kaynaklanıyor.Ah onun bana akşama kadar link, fotoğraf, dizi,film atmaları yok mu...Bazen manyaklık derecesinin daha da arttığını düşünüyorum.

Evet ikimizde acemiyiz yazılardan belli olduğu gibi amacımız eğlence..

Biraz kendimi tanıtsam iyi olacak galiba.
17 yaşındayım , son sınıfa geçtim (mutluluk ve telaşla). Malum üniversite sınavı yaklaşıyor azıcık tutuştu bi yerlerimiz. En azından benim.Kendimi bildim bileli(doğduğumdan beri) Antalya'da yaşıyorum. Artık bütünleştim burayla galiba. Sıcağı ne kadar rahatsız edici olsa da soğuktan donmamayı tercih ederim. Herşeyi barındıran bi şehirde yaşıyoruz. Çok (çok çok) şanslıyız bence.Resimle ilgilenen ( ilgilenmekle kalmayıp ilerleten) , müzik dinlemeye bayılan biriyim ki, herkes susar müzik konuşur benim için. Rahatlama yöntemlerimden biri. Uykuyu sevmem (hele ruh öküzüm o uyku işlerini hiç mi hiç beceremez) . Bende çok hayal kurarım ama öyle böyle değil. Genellikle hayatımla ilgili olur bunlar . Gelecek zamanlar.. Ah! Ne kadar da korkutur beni. Bazen konuşmaya başladığımda hiç susmuyorum yeter diyorlar. Sustuğum zamanda konuşturamıyorlar. Fazla dengesizim galiba. Ruh öküzüm ve ben çok çabuk sıkılan iki insanız hemencik sıkıldık bak uzun yazmaktan. Burda kessem iyi olacak. Önümüzde bol bol gün var.Koskoca 3 aylık tatilde sizede ayıracak vaktim var emin olun. 

Nickime gelsek olursak yok öyle birşey bulamadım.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Annyeonghaseyo..Kon'nichiwa...



Herkese merhaba.

Bu benim ilk yazım. Aslında bizim desem daha doğru olur. Bu blogu ben açmış olsam da aslında dün bir anda aklıma gelen bir düşünceyle yaklaşık 8 yıldır tanıdığım ve 6 yıldır ruh öküzüm olduğunu düşündüğüm biricik arkadaşıma blog açma teklifinde bulundum ve işte burdayım. Dün akşam açmaya karar verip bu sabah vazgeçmiştim aslında. Ama yazılarını severek okuduğum Lee'nin blogunu(Şu dönemde bunu görür müsün bilmem ama boş zamanlarımda vakit geçirdiğim bu güzel blog için teşekkür ederim) can sıkıntısıyla tekrar gözden geçirirken aniden kendimi burda buldum.(Cidden buraya nasıl geldim hiçbir fikrim yok)
(Şimdi fark ettimde çok uzun cümleler kuruyomuşum :D )

Aslında şuan arkadaşıma ulaşamıyorum. Zaten akşamın bi vakti de kızı rahatsız etmeyeyim.

Şimdi asıl konuya bu blogu neden açtığıma gelelim. Başlıktanda anlaşılacağı gibi bir k-fan ve j-fanım.Aslında korefanı demek istemiyorum kendime. Çünkü şu sıralar korefanı olan kişiler sadece K-pop ve K-dramalarla, oppa ve unnilerle ilgileniyolar. Ben ise sadece onlarla değilde korenin tarihiyle,evleriyle,kıyafet ve kendilerine bakmalarıyla kısacası herşeyiyle az çok ilgileniyorum.(Her ne kadar kendimde uygulayamasam da)
Japonları korelilerden daha yakın hissetmişimdir hep ama nedendir bilmem japonlar hakkında pek fazla şey bilmiyorum. Korelilerin aksine Japonların ben daha çok dizilerini,dillerini(özellikle o şaşkın ve sinirli hallerindeki konuşmalar),çılgın hallerini seviyorum.Umarım bu yaz Japonlarla olan uzaklığımı da daraltabilirim.
Şimdi fark ettim de aslında Ben bir Uzak Doğu fanıyım.Tek sorun hepsine yetişemiyorum.

İşte hem bunları hem de kendi düşünce ve duygularımı(Bunlar arkadaşım içinde geçerlidir kendi düşünce ve duygularını paylaşma kısmı sadece. O kendini tanıtırken eminim bahseder ama o ne j-fan ne k-fandır.Arada takılır bazen) paylaşmak için blog yazmaya karar verdim.Fakat biliyorum ki hemen sıkılacağım. Bu benim kanımda var. Çok nadirdir bir şeyden hemen sıkılmam.(Bu nedenle ortak bir blog açıyorum)

 Daha önce hiç böyle bir deneyimim olmadığı için acemiliğimi maruz görün.(Şuan sadece kendi adıma konuşuyorum)
Yazmayı çok seven bir insan olsam da zamanla körelttiler bunu(Kesinlikle benden kaynaklı değil.Köreltenler utansın).

Aslında yazıya başlamadan önce bir sürü fikir vardı aklımda ama şuan boş boş ekrana bakıyorum. Hmm.....

Ah! Sanırm kendimi biraz tanıtabilirim.

17 yaşında lise son sınıfa yeni geçmiş(sonunda lise 3 bitti),istemese de (kaderin bir oyunu-kazaya kurban)  okul öncesi öğretmenliği okuyan ve hem ygs ye hem staja hem okula kafa yormak zorunda kalacak
 bu arada kafasını her boşaltmak istediğinde kendini bilgisayar başında bulacak ama yaz tatilinde yoğun tempoya hazırlık amaçlı kendini evde dinlenmeye verecek bir genç kızım. 16 yıldır Antalya'da yaşıyorum(Sıcaktan nefret eden bir insan için çok zor malesefki). Şurası nerde deseniz bilmem.O derece evkuşuyum. Aynı zamanda hem çok tanıdığı olan hemde hiç biriyle yakın olmayan,sıcakkanlı ama istedi mi kutuptan soğuk,aşırı hayalci,hafif kafadan çatlak,biraz manyak(Bunları ben demiyom valla arkadaşlarım diyo. İnanmassanız sorun),müziksiz asla diyen,hala ne okuyacağını düşündüğünde ergen triplerinde ''Ne okuyacağım ben yaaaaa?'' diye dolanan,kanlı/vahşetli şeyleri ve özellikle dövüş sporlarına ilgisi olan (ama hiçbirini yapmayan) öyle bi kızım işte.. Ne uzun yazmışım ben böyle. Aslında daha da uzardı eğer sıkılmasaydım. Ah son olarak; dediğim gibi aşırı hayalciyimdir ve çok çabuk saçmalarım,böyle bi durumla karşılaşırsanız yazılarımda hiç durmayın atlayın o kısımdaki yazıları.


Neyse. Daha uzuuun zaman birlikte olacağız(Umarım!).Şimdilik hoşçakalın.


Not:Saçmaladığım kısımlar varsa lütfen kusuruna bakmayın şu sıralar ciddi anlamda iyi değilim.
Not2:Benim için açıkmış,mahremmiş,günahmış,sevapmış durumu yoktur.Ben herşeyi kabul edebilecek ama ufak sınırları olan bir insanım. Bu nedenle açık açık ki bir şeyden bahsedersem -ki öyle bişi yapacağımı pek sanmıyorum- lütfen kendinizi kasmayın ve direk okumaktan vazgeçin gitsin.

Not3:(Lanet olsun! Aklıma sürekli bişiler geliyor) O yukarıdaki fotoğraf şuanki ruh halimi yansıtıyor.Çok yalnızım çooook.. Ha bide yazım kurallarını uymakta bazen zorluk yaşıyorum görmezden geliverin.

-Kendine daha bir nick bulamamış ''İkimizden Biri''nin 'BİRİ'-